



Study with the several resources on Docsity
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Prepare for your exams
Study with the several resources on Docsity
Earn points to download
Earn points by helping other students or get them with a premium plan
Community
Ask the community for help and clear up your study doubts
Discover the best universities in your country according to Docsity users
Free resources
Download our free guides on studying techniques, anxiety management strategies, and thesis advice from Docsity tutors
birinci sınıflar için ders özeti
Typology: Study Guides, Projects, Research
1 / 5
This page cannot be seen from the preview
Don't miss anything!
Dil yüzyıllardan beri özgül bir düşünce konusu olmasına karşın, dilbilim çok yeni bir bilim dalıdır. Her uygarlık dili kendi düşünce yapısına, inançlarına ve bilgisine göre farklı biçimlerde ele almıştır. M.Ö. 5. yüzyıldan başlayarak eski Yunanlar dile felsefe açısından yaklaşmışlardır. Doğalcılara göre insan dilindeki sözcükler anlamlarını doğuştan kazanmıştır. Uzlaşmacılara göre ise sözcükler anlamlarını insanlar arasındaki karşılıklı anlaşmadan, bir uzlaşmadan sonra kazanmıştır. Hıristiyanlık dönemi dinsel bir bakış açısı benimseyerek, her şeyden önce dilin kaynağı sorununa ya da dilin mantığının evrensel kurallarının incelenmesine ağırlık vermiştir. Tarihsel bakış açısının egemen olduğu 19. yüzyılda dil zaman içinde bir evrim, gelişme olarak ele alınmıştır. Çağdaş dilbilim ise dilin bir dizge olduğu ve bu dizgenin işleyiş sorunları gibi görüşlere öncelik vermiştir.
Saussure ile başlayan çağdaş dilbilimin başarısı uçup giden nesneyi tıpkı somut bir nesne gibi incelemesidir. Bir nesneyi tanımak için önce nesneyi iyice belirlemek ve sınırlamak sonra onu belli bir görüş açısıyla incelemek gerekir. Saussure’ün özgünlüğü tarihsel gelişiminden bağımsız olarak belli bir zaman kesiti içinde dile bilimsel bir yöntem uygulamasından gelir. Saussure “ Tek gerçek konusu kendi içinde ve kendisi için ele alınan dil ” olan eşzamanlı dilbilimin kurucusudur.
Belirginlik kendi nesnesini incelemek için bir bilim dalı tarafından benimsenen görüş açısıdır. Dilin incelenmesinde belirgin görüş açısı öteki bütün görüş açılarının dışında kendi içinde ve kendisi içi ele alınan dil in incelenmesi görüş açısıdır. Bu görüş açısı kendi içinde her ögenin birbirini karşılıklı olarak zorunlu kıldığı bir dizge olarak kabul edilen dilin işleyişinin incelenmesidir. Dilbilime geçmişten kopuk bir bakış açısı pek sağlıklı değildir. Çünkü bu bakış açısı her zaman bir ölçüte, belli bir noktaya göre yer alır. Yunan ve Roma düşünce sınırları göz önüne alınmazsa geleneksel batı dilbilgisi yapılarının işleyişlerini anlamak biraz zorlaşır.
Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri’yle birlikte bilimsellik kazanan dilbilim genellikle Saussure öncesi dilbilim ve Saussure sonrası dilbilim olarak incelenmektedir.
Saussure öncesi dilbilim (Artzamanlı dilbilim, Yapısalcılık öncesi dilbilim);
YAZININ İCADI
Dilin incelenmesi yazının ortaya çıkışı ile başlamıştır. Bir yazı dizgesini oluşturmak için incelenmek istenen dilin yapısını bilmek gerekir. Bundan yaklaşık 50bin yıl önce insan gerçek anlamda yazılı simgeler kullanarak hayvandan ayrılmıştır. Bugün bilinen yazı türleri 2500 yıl öncesine dayanır.
Yazı, bir doğal dilin grafik işaretleri yardımıyla gerçekleşmesi ya da tasarımıdır. Sözlü dil birinci derecede önemli iletişim kodudur. Söz zaman içinde gerçekleşip yine onunla kaybolmasına karşın yazı uzam içinde gerçekleşir. Uzamsal bir desteğe sahip olan yazı kalıcıdır. Dil konusundaki merakın ilk izleri İncil’de görülür. Burada sözcük ile nesneyi özdeşleştiren çok ilkel bir dilbilim kuramı söz konusudur. Yaratmak nesnelere ada vermektir ya da ad vermek yaratmaktır. Gerçek anlamdaki dil incelemeleri hep başka uğraşılara bağlı olarak ortaya çıkar. Dil konusunda bilinen en eski incelemeler eski Hint’e ve eski Yunan’a kadar uzanır. Bu çalışmaları yönlendiren iki etken vardır: din ve felsefe. Birincisine Hintli dilbilimci Panini (5. yy), ikincisine eski Yunan’daki felsefecilerin çalışmaları örnektir.
KARŞILAŞTIRMALI DİLBİLGİSİ
Önce İtalyan misyoner Sassetti, daha sonra İngiliz Sir William Jones’ın Sanskritçeyi keşfetmesiyle ortaya çıkan diller arasındaki akrabalık sorunu, 20. yy. dilbiliminin doğrultusunu belirleyen temel işlev olmuştur. Bu buluş Alman Franz Bopp’un Hint-Avrupa dillerinin fiil çekimleri dizgesi üstüne yazdığı yapıtta bazı sözcük biçimlerinden yola çıkarak Sanskritçe, eski Yunanca ve Latince ile İngilizce, Almanca, İspanyolca, Rusça, Fransızca vb. modern Avrupa dilleri arasında ortak bir köken saptayan genetik ilişkileri belirtmesini sağladı. Söz konusu araştırmaların amacı diller arasındaki benzerlikleri, başka bir değişle rastlantısal olmayan, dolayısıyla da genetik bir akrabalığa dayanan ve düzenli bir görünüm sunan sesbilgisel ya da biçimbilgisel ilişkileri saptamaktı. Böylece Slavca, Keltçe, Germence, Romanca gibi gruplar içinde bazı dillerin akrabalıkları ortaya çıkarıldı ve bu dillerin Hint-Avrupa denilen varsayımsal bir anadilden en doğduğu görüşü ortaya atıldı.
Karşılaştırmalar genellikle dilin belli kesimleri (söz dağarcığı, sözdizimi ve sözcük biçimlerinin özellikleri) üstünde yapılıyordu. Bu çalışmalarda yalnızca ortak noktalar dikkate alınıyor, ayrılıklar değerlendirilmiyor, karşılaştırmalar ise çok çeşitli ortam ve dönemlere bağlı metinlerden yola çıkılarak yapılıyordu. Gerçek bir süredizim kaygısı güdülmüyordu. Bununla birlikte karşılaştırmalı dilbilgisi dilbilimi dillerin evrimini inceleyen bir bilim durumuna getirecek, karşılaştırmalı bir yöntemin geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Bu dönemin en önemli kazancı dil ailelerini oluşturmak için kullanılan yöntem ve ilkelerin belirlenmesi ve özellikle diller ile dilsel değişim arasındaki ilişkilerin bir genel kuramının oluşturulmasıdır.
TARİHSEL DİLBİLGİSİ
Dil olgularının yöntemli ve tarihsel bir incelemeyle ele alınması zorunluluğu Danimarka’da Rasmus Rask, Almanya’da da Jacob Grimm’in çalışmalarıyla kesinlik kazanmıştır. Germen dillerinde yazılmış çok sayıda metnin incelenmesi Grimm’in ünsüz değişim yasasını (Grimm yasası) ortaya koymasını sağlamıştır. Bu kural Latince, Yunanca, Sanskritçe Hint-Avrupa kökenli ünsüzlerin evrimleri arasında düzenli ilişkiler kurar. Dizgedeki tek bir ögenin evriminin yerini, tüm dizgenin yapısal evrimi almıştır. Aynı türden çalışmaları Friedrich Diez Roman dillerine uygulamıştır.
Wilhelm von Humboldt ve August Schleicher 19. yüzyılın iki temel eğilimini simgeleştirirler. Humboldt dili ulusların dünya görüşünü ve ruhunu düzenleyen ve ifade eden, düşünceye biçim veren dinamik bir yapı olarak kabul eder. Humboldt dilin bir yapıt, yapılmış, bitmiş bir iş değil sürekli bir
Büküm çekim sırasında kökün, özellikle de kökteki ünlünün değişmesidir. Türkçe gibi bağlantılı dillerde hiçbir zaman böyle bir değişmeye rastlanmazken bükümlü dillerde fiil kökündeki başkalaşmaya değişik kavramların yansıtılması ve çeşitli ilişkilerin kurulması sağlanmış olur. Arapça bükümlü dillerin kök bükümlü tipindendir. Bunun yanı sıra gövde bükümlü olarak anılan diller vardır ki, bunlarda bir sözcük kurabilmek için sonekler de köke eklenir. Hint-Avrupa dilleri olarak anılan diller (Yunanca, Romence, Almanca, Fransızca, Farsça vb.) böyle özellik gösteren dillerdir.
En gelişmiş örnekleri özellikle Amerikan yerli dillerinde görülen bu dil tipinde biçimbirimler ve sözcükler birbirleriyle öylesine kaynaşır ki bütün bir cümlenin tek bir sözcüğe sığdırıldığı görülebilir. Fiil öteki ögeleri kendisiyle birleştirir. Kökün değişik biçimlerle zenginleştirilerek değişik kavramların anlatımına yarar duruma getirildiği bağlantılı dillere yakınlıkları olduğu için bu dil tipi kimi dilcilerce bağlantılı dillerle bir arada düşünülmüştür. Soneklerin rolleri önemlidir. Kaynaştırma olayı küçük ölçüde pek çok dilde bulunmakla birlikte kaynaştıran dil biçiminde nitelenen diller özellikle Amerikan Kızılderili dilleri ve Eskimocadır.
Kaynak Açısından Diller
Özellikle biçim ve yapı yönünden yakınlıklara ses ve sözdizimi açısından ortaya konan yakınlık ve ilişkiler de eklenince diller arasında bir akrabalık olasılığı güç kazanmakta, sözcüklerin en eski biçimleri arasında eşlik ve benzerlikler, özellikle kültür sözcükleri ve sayı adları bakımından ortaya çıkan eşliklerin birer rastlantı ya da ödünç almaya bağlanamayacağı ispatlanırsa bütün bu ölçütlerin hepsi birden bir dil akrabalığının varlığını kesinleştirmektedir. Ortak bir dilden değişik dillerin ortaya çıkması sürecine dilbilimsel ayrılma denir.
Yeryüzündeki belli başlı dil aileleri şunlardır; Ural-Altay Dil Ailesi, Hint-Avrupa Dil Ailesi, Hami- Sami Dil Ailesi, Bantu Dil Ailesi, Çin-Tibet Dil Ailesi- Kafkas Dil Ailesi, Avustronezya Dil Ailesi.
Her ne kadar Ural ve Altay terimleri birlikte kullanılsa da eklemlilik, erillik, dişillik gibi bazı benzerliklerin bulunmasına karşın köken bakımından bir akrabalığı kanıtlayacak kesin deliller yoktur. Bu sebeple Ural grubu ve Altay grubu olmak üzere iki ayrılır, ayrı ayrı değerlendirilir. Altay dilleri içinde birbirine en çok yakınlık gösteren Türçeyle Moğolcadır. Ural dilleri; Fin-Ugur, Samoyed. Altay dilleri; Türkçe, Moğolca, Mançuca.
Yaşayan dillerde Arapçai İbranice, Habeşçe, Aramca ile ölü dillerden Akadça ve Koptça yer alır.
Üzerinde en çok araştırma yapılan dil ailesidir. Avrupa’nın kuzeyinden Akdeniz kıyılarına, Rusya’dan Hindistan’a kadar uzanan büyük bir alan içinde konuşulan pek çok dilin içinde bulunduğu bu büyük aile yapılan araştırmalar sonucu varsayımsal bir Hint-Avrupa kaynak diline bağlanmaktadır. Asya kolu; Hint Grubu (Hinduca ve Urduca), İran grubu (Farsça ve Afganca) Avrupa kolu; Germen dilleri (Almanca, Felemenkçe, İngilizce, İskandinavca), Roman dilleri (Latince, Fransızca, İspanyolca, Portekizce), Slav dilleri (Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe)
Çince, Tibetçe, Birmanca, Thai dili.
Java, Malaya, Malgaş, Havai dili, Polinezya dili. Bunların dışında Afrika zenci dilleri, Kafkas dilleri, Dravid dilleri sayılabilir.
Oğuz Özgür UĞUR
0344170001